İşçi Demokrasisi Partisi

İDP sosyalist bir partidir. Türkiye’de ve tüm dünyada var olan eşitsizliğin, sömürünün, açlığın ve sefaletin kaynağının kapitalizm olduğunu ve bu nedenle de insanlığın büyük çoğunluğunun başına illet edilen bu dertlerin, ancak kapitalizmin lağvedilerek sınıfsız ve sömürüsüz bir sosyalist ekonominin ve toplumun inşasıyla aşılabileceğini savunur.

İDP anti-emperyalist bir partidir. XX. yüzyılın başından beri dünya emekçilerinin ve halklarının çektiği acıların, savaşların ve katliamların ve tabi tutuldukları sömürü ve yağmanın sorumluları, geri bırakılmış ve bağımlı ülkeleri ekonomik ve politik boyunduruk altında tutan, başta ABD, Büyük Britanya, Almanya ve Fransa olmak üzere emperyalist ülkelerdir. Dünya işçi sınıfının ve emekçi halklarının yarattığı zenginlikleri ekonomik, politik ve askeri tüm yöntemlerle gasp eden emperyalist ülkelerin bu egemenliklerini kırmak ve yok etmek, Türkiye ve dünya halklarının kurtuluşu yolundaki en önemli görevlerden biridir.

İDP enternasyonalist bir partidir. Tüm dünya işçilerini tek bir sınıf olarak kabul eder ve ulusal sınırların aşılarak dünya emekçi halkları arasında kardeşçe bir ortak mücadele dayanışmasının gelişmesi için uğraş verir. Aynı sosyalist ve devrimci ilkeleri paylaşan diğer ulusal parti ve akımlarla, dünya işçi sınıfının sosyalist devrim partisi olan Enternasyonal’in inşası için mücadele eder.

İDP devrimci bir partidir. Kapitalizmin bugün içinde bulunduğu emperyalist aşamasında reformlarla daha “insani” kılınabileceği, düzeltilip iyileştirilebileceği fikrini kesinlikle reddeder ve ekonomide ve toplumsal yapıda köklü dönüşümleri hedefler. Kapitalizmin egemenliğini olanaklı kılan burjuva devlet yapısından işçi demokrasisine geçişi amaçlar.

İşçi Demokrasisi Partisi 2023 Acil Eylem Programı

1. Tek Adam rejimine son verelim! Bağımsız ve Egemen Kurucu Meclis!

AKP-MHP ittifakıyla inşa edilen baskıcı ve emek düşmanı Tek Adam rejimi bugün ciddi bir sarsıntı içinde. Bu rejimin kurduğu kurumların ve onun etrafında kümelenen finans ve sanayi oligarşisinin ağır baskı, derin sömürü ve yağma politikalarının tetiklediği ekonomik ve sosyal krizler bizzat rejimin kendisini sarsıyor. Yönetici çevreler ve kurumlar içindeki yolsuzluk skandalları artarak devam ediyor. Egemenler ülkenin tüm kaynaklarını talan ediyor. Rejim çürümüşlüğünü gizleme yeteneğini yitirmiş durumda.

Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkları bu krizlerin etkisi altında eziliyor, boğuluyor. İşsizlik ve yoksulluk rakamları ülke tarihinde görülmemiş düzeylere fırlıyor. Küçük toprak sahipleri ve esnaf iflaslarla sarsılıyor. Bu durumun etkisiyle Cumhur İttifakı’nın oy desteği giderek geriliyor. Böylece ekonomik ve sosyal kriz politik alanda da yansımasını buluyor.

Bununla birlikte, kitlelerin yaşam koşullarına ve demokratik haklarına yönelik yaşadıkları baskılar nedeniyle Tek Adam rejimini reddetme eğilimlerine karşı, onları pasif seçmenler olmaktan çıkararak aktif kurucu güç haline getirmeyi hedefleyen bir devrimci önderlik henüz bulunmamaktadır. Burjuva düzen muhalefeti (Millet İttifakı) “demokratik sistemin restorasyonu” stratejisiyle emekçileri etkin politik müdahaleden uzak tutmakta. “Önce demokrasi” demenin ötesine geçemeyen sendika yönetimleri ve sosyalist partilerin çoğunluğu da siyasi ufuklarını “Millet İttifakı iktidarı altında güçlü muhalefet” olmakla sınırlı tutuyorlar.

Oysa biz, İşçi Demokrasisi Partisi olarak, mevcut otokratik rejimden köklü kurtuluşun, oligarşinin, finans çetelerinin, mafyanın, paramiliter grupların, tarikatların ve cemaatlerinin tüm devlet kurumlarından tasfiyesiyle mümkün olabileceğini söylüyoruz. Bu hedef, 14 Mayıs seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın yenilgisinin ötesinde adımları zorunlu kılmaktadır.

Tek Adam rejiminden nihai bir kopuş işçi-emekçi hükümeti altında mümkün olabilir. Bu doğrultuda ilk adım olarak işçiden, emekçiden yana yeni bir anayasa talebiyle harekete geçilmelidir. Barajsız seçimler yoluyla, sendikaların, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin, işçi ve emekçilerin, kadınların, Kürtlerin ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin dahil olacağı, işçiden ve emekçiden yana yeni bir anayasayı hazırlayacağımız Bağımsız ve Egemen Kurucu Meclis için mücadeleye!

2. Deprem ve konut hakkı

6 Şubat depremlerinde on binlerce canımızı yitirmemiz ve yaşadığımız ağır yıkım, deprem gerçeği ve konut meselesiyle bir kez daha yakıcı bir şekilde yüzleşmemize neden oldu. Maraş depremlerinin gerçekleşeceğine ilişkin raporlar açıkça ortadayken ve ilgili devlet kurumları tarafından bilinirken, yaşadığımız kayıpların ve yıkımın sorumlusu AKP iktidarının insanı değil rantı önceleyen politikaları olmuştur. 

Depremlerin ardından iktidarın krizi yönetme acizliği depremin sonuçlarının bir felakete dönüşmesine yol açtı. Depremzedelerin başta barınma olmak üzere temel yaşamsal sorunları acil çözüm beklerken, iktidar bu felaketi dahi rant politikaları için fırsata çevirme peşinde. Depremzedelerin acil yaşamsal ihtiyaçları iktidarın rant politikaları ve “piyasa kuralları” çerçevesinde çözüm bulamaz. Derhal bir acil durum ilan edilerek, ülkenin kaynakları afetzedelerin ihtiyaçlarının hızla karşılanması için seferber edilmelidir. Evleri yıkılan veya ağır hasar gören depremzedelerin evleri parasız olarak yeniden yapılmalıdır. 

Ülkenin büyük bir kesiminin deprem kuşaklarında yer alması gerçeğinden hareketle, herkesin güvenli ve sağlıklı konutlarda yaşayabilmesi için bir acil eylem planı oluşturulmalıdır. Kentsel dönüşüm adı altında bankaların kârlılığı ve müteahhitlerin çıkarlarına dayanan, dayanıklı konut vaat etmeyen, ranta ve faize dönük, plansız işlemler sonlandırılmalıdır. Konut hakkı temel bir insan hakkı olarak sayılmalı ve rant politikalarına son verilmelidir. Bu doğrultuda, büyük bir çoğunluğu inşaat şirketlerinin ve bankaların elinde olan yüz binlerce boş konut tazminatsız kamulaştırılmalı ve ihtiyaç sahiplerinin kullanımına açılmalıdır. Barınma ve kent hakkı, insanı ve doğayı önceleyen kamusal planlamayla güvence altına alınmalıdır. 

3. Hayat pahalılığına karşı ve ücretler için mücadele

Enflasyon dizginlenemez şekilde yükseliyor ve patronların elinde işçi sınıfının üzerindeki ek bir sömürü aracına dönüşüyor. Mücadeleler sonucunda elde edilen kısmi ücret artışları dahi, fiyatlardaki artış hızını yakalamaya yetmiyor. Emekçiler her gün biraz daha yoksullaşıyor.

Bu nedenle her şeyden önce asgari ücret derhal sendikaların belirleyeceği yoksulluk sınırının üzerine çekilmeli ve her türlü kesintiden muaf tutulmalı. Tüm ücretlerde oynak merdiven (eşel mobil) sistemi uygulanmalı, yani ücretler her üç ayda bir otomatik olarak gerçek enflasyon oranında yükseltilmeli. Başta kadınların ve gençlerin ücretlerinde olmak üzere, eşdeğer işe eşit ücret uygulaması hayata geçirilmeli. Gelirleri yoksulluk düzeyinin altında olan ailelerin hane halkı borçları silinmelidir.

Öte yandan, çarşı pazara zabıta salarak veya dükkânlardan indirim rica ederek enflasyon önlenemez. Bu tip girişimler hükümetlerin göz boyamasından başka bir şey değildir. Yapılacak şey, başta doğal gaz, akaryakıtlar, elektrik, su ve ulaşım alanlarında fiyatlandırmaların ek vergilerden muaf olması ve yoksul halkın alım gücü sınırları içinde tutulmasıdır. 

Dahası patronlar, patron partileri ve hükümetler ülkeyi iç ve dış sermaye için bir ucuz emek cenneti halinde tutabilmek adına, emekçilerin sendikalaşmalarını engelleyebilmek için her türlü yönteme başvurmaktadırlar. Sendikalaşmaya öncülük eden işçiler derhal işten atılmakta, üyelere baskılar yapılarak istifaya zorlanmakta ve sendikaların toplu iş sözleşmesi yetkisi almalarına yönelik uzun hukuki süreçlerden yararlanılarak sınıfın ücret ve sosyal hak talepleri baskılanmakta. Bu ortamda sendika bürokrasileri de emekçi yığınları seferber etmek yerine yasal süreçlere bel bağlamakta. Bu koşullarda sınıf öncülerinin sendikalar ve toplu iş sözleşmesi yasalarında köklü değişiklikler talep ederek kitle seferberlikleri örgütlemeleri bir zorunluluk haline gelmektedir. Sendikalaşmaya engel olan işverenlere ağır hapis cezaları uygulanmalıdır. Bir sendikanın işyerinde yetki alabilmesi için, işçilerin irade beyanı ve/veya referandum yeterli olmalıdır.

Hükümetler halkın onurlu bir yaşam sürmesini sağlamak iddiasıyla göreve gelmektedir. Bunu beceremeyen hükümetler işçi ve emekçi yığınların örgütlü mücadeleleriyle iktidardan uzaklaştırılmalıdır.

4. İşsizliğe karşı mücadele

Ekonomik krizin her derinleşmesinde şirket iflasları, konkordato ilanları, icra uygulamaları birbirini izliyor. İşyerleri yaygın tensikatlar yapıyor, iflas edip kapanıyor. İşçiler, “sıra ne zaman bize gelecek?” endişesiyle yaşamaya zorlanıyor.

Bu kabul edilemez bir durum. Krizlerin bedelini, onu yaratmış olan sermaye sahipleri ödemelidir. O halde tüm gücümüzle işten çıkarmaların ve ücretsiz izinlerin yasaklanması için seferber olmalıyız.

Bu arada pek çok patron, işçi çıkarmak için “kriz var, iş yok” iddiasından yararlanıyor. O zaman, sendikalıysak sendikamızla, yoksa temsilcilerimizle birlikte işyerinin muhasebe bürosuna girmeli ve “açın defterleri, görelim hesapları” demeliyiz. Sahte iflas gösteren veya iflasların yürürlüğe girdiği işyerlerinde hemen seferber olarak işyerinin tazminatsız kamulaştırılması ve işçi denetiminde üretimin devam etmesi için mücadele etmeliyiz.

İşsizliğin gerçek çözümü, işyerlerinde ücretlerde herhangi bir kısıntı olmaksızın çalışma saatlerinin kısaltılarak ek vardiyaların kurulması ve buralarda işsizlerin istihdam edilmesidir. Üç vardiya çalışan işyerlerinde 6 saat işgünü ve 4 vardiya sistemi uygulanmalıdır.

5. Kamulaştırma ve merkezi planlama

Patronlar işsizliğe ve yoksulluğa karşı mücadelede emekçilerin taleplerinin yerine getirilmesinin imkânsız olduğunu söyleyeceklerdir. Hayır, bu mümkündür ve bunun için kaynak vardır! 

Üretimdeki ve genel olarak ekonomideki rekabetçi ve yağmacı anarşi düzenine son verilir ve ulusal kaynaklar halkın yararına kullanılırsa, bütün bu çözümler son derece gerçekçi ve zorunludur.

Bu amaçla her şeyden önce özelleştirmeler durdurulmalı ve bugüne değin özelleştirilen işletmeler ve kamu malları tazminatsız olarak kamulaştırılmalıdır. Ayrıca, Yap-İşlet-Devret yöntemiyle burjuvaziye milyarlarca dolarlık servet aktarımına son verilmeli, onlara tahsis edilen işletmeler yine tazminatsız olarak kamu envanterine alınmalıdır.

Burjuvazinin emekçi yığınları sefalete sürükleyen kâr amaçlı ve anarşik üretim sistemine son vermenin yolu temel sanayi sektörlerinin kamulaştırılması ve bu işletmelerin işçilerin denetiminde halkın ihtiyaçları doğrultusunda işletilmesidir.

Ekonominin işçi ve emekçilerin katılımıyla merkezi olarak planlanması halinde patronların ve para simsarlarının yağmaladıkları kaynaklar, tam istihdama ve onurlu bir yaşama dayalı bir toplumsal düzenin kurulmasına olanak tanıyacaktır.

6. Dış borç ödemelerine son!

Ülke ekonomisi tamamen emperyalizme bağımlı ve ancak dışardan gelecek borçlarla ve yatırımlarla ayakta duruyor. Toplam dış borç miktarı 460 milyar dolara dayandı. Bu borcun üçte ikisi özel sektöre geri kalan kısmı ise devlete ait. Bu borçların alınmasında da  kullanılmasında da biz işçi ve emekçilerin hiçbir iradesi ve söz hakkı olmadı. Ne kadar borçlanılacağı, bu paraların hangi işlere harcanacağı, elde edilen kârların nerelere gideceği ne bize soruldu ne de anlatıldı. Ama şimdi, milli gelirin yarısına denk gelen bu borçlar emekçilere fatura ediliyor. Zamlarla, gerçek ücretlerimizdeki düşüşle, işsizlikle, sosyal haklarımızdaki kısıtlamalarla onların borcunu biz ödüyoruz.

Bu borçlar patronlar sınıfının ve onların hükümetlerinin emperyalizmle işbirliğinin bir sonucudur. Kalkınma adına gerçekleştirilen borçlanmalar, ülke ekonomisini emperyalizme daha da bağımlı hale getirmekte, emperyalizmin ekonomik ve sosyal hayatımız üzerindeki kontrolünü daha da sıkılaştırmaktadır. Hükümetin “Batı karşıtlığı” söylemlerini ikiyüzlü demagoji olarak kabul ediyoruz. Emperyalizmden kurtuluşun ilk adımı dış borçların ödenmesine son verilmesidir.

7. Emperyalizmden tam kopuş için!

Bizim Batı’nın işçi ve emekçileriyle hiçbir sorunumuz yok. Onlar da bizim gibi patronlar tarafından sömürülen emekçilerdir. Biz onlarla dayanışma içinde olmalıyız. Bizim karşı olduğumuz, onların patronlar sınıfı ve hükümetleridir.

Emperyalizmden kopuşun ilk adımı elbette NATO’ya ve emperyalizmin başat gücü ABD’ye ait ülkedeki tüm üslerin ve tesislerin kapatılması ve NATO’dan çıkılmasıdır. Ve bu asla Çin ve Rusya gibi yeni emperyalist ve yayılmacı güçlerle benzer saldırgan ittifaklara girilmesi anlamına gelmemelidir.

Emperyalist ülke patronları, kredi kuruluşları, faiz lobileri bizim buradaki meslektaşlarıyla tam bir işbirliği içindedir. Oralardan bulunan faizli krediler buradaki bankalar aracılığıyla, ülke ekonomisinin yönetimini elinde tutan oligarşi üyesi patronlara aktarılmaktadır. Bu sömürü, yağma ve talan zincirinin mutlaka kırılması gerekir. Bunun yolu, ülkedeki tüm bankaların kamulaştırılması ve bütün kredi sisteminin tek bir merkez bankasında toplanmasıdır.

Ülke ekonomisi sanayiden tarım ürünlerine kadar her alanda ithalata bağlı bir hale getirilmiş durumda. Bu nedenle borçların yanı sıra cari açık da sistemli bir biçimde artmakta ve bu açıklar gene borçlanma yoluyla kapatılmakta. Hepsi de sonunda bize ödettirilmekte.

İthalat ve ihracat mekanizması emperyalizmin ülke kaynaklarını sömürmesinin önemli yöntemlerinden biridir. Bizim ülkede ürettiğimiz değerlerin önemlice bir bölümü eşitsiz ticaret ve kâr transferleri yoluyla emperyalist ülkelerin kasasına ve patronlarına gidiyor. Dolayısıyla dış ticaret devlet tekeline alınmalıdır.

8. İşçi-emekçi ittifakı ve hükümeti

Ekonomik krizler kapitalizmin doğasından kaynaklanır ve kaçınılmazdır. Krizlerden çıkış ise, patronlar ve onların hükümetleri ile çalışan sınıflar arasındaki politik mücadeleye bağlıdır. Patronlar ve hükümetler krizin bedelini çalışan kitlelere yükler, bu durumdan etkilenen yoksul emekçiler de buna direnmeye çalışır. Bu bir politik mücadeledir ve bugün işçi ve emekçiler olarak en büyük eksiğimiz ne yazık ki bu mücadeleyi örgütlü biçimde sürdürebileceğimiz devrimci, kitlesel bir sınıf partisinin bulunmamasıdır.

Sendikalar ise güçsüzdür ve mücadele etmek isteyen sendikalar da sistematik olarak devletin baskısına uğramaktadır. İşçilerin her sendikalaşma girişimi, ücretleri ve sosyal hakları uğruna her mücadele çabası yoğun patron ve devlet şiddetine maruz kalmakta. Bu arada pek çok sendika, patronlarla ve hükümetlerle işbirliği yapan sendika yöneticilerinin ve memurlarının egemenliği altında hareketsiz halde tutulmakta. Sınıf seferberliği gerçekleştirebilmenin en önemli görevlerinden birisi de sendikalar içinde tabanın söz ve karar sahibi olabileceği işçi demokrasisini gerçekleştirmek ve sendika yönetimleri üzerinde sürekli işçi denetimi kurmaktır.

Ama öte yandan, ekonomik yıkıma karşı çalışan sınıflar arasındaki hoşnutsuzluk ve tepki yaygınlaşmakta, yer yer grevler, direnişler ve kitle mücadeleleri patlak vermekte. Bu yıkımın sonuçlarını reddeden işçilerin ve işyerlerinin sayısı çoğalmakta. Gelir adaletsizliği daha fazla sorgulanır hale gelmekte. Pek çok işyerinde öncü işçiler bir araya gelip komiteleşerek sorunlara çözüm arayışlarına girişmekte. Bu gelişmeler, mücadele imkânlarının artmakta olduğuna işaret etmekte.

Mücadeleci sendikaların, sınıf eksenli partilerin ve diğer emekçi örgütlerinin krize karşı birbirlerine yaklaşması ve ortak mücadele çabasına girişmeleri olumlu bir gelişmedir. Böylece ortaya bir işçi-emekçi ittifakının ilk nüvesi çıkmaktadır. Bu tür süreçler yaygınlaştırılmalıdır. 

Daha önemlisi, fabrikalarda ve tüm işyerlerinde mücadele komitelerinin oluşturulması, bunların sarı sendikaların egemenliği altındaki işyerlerine kadar yaygınlaştırılması ve bütün bu oluşumların gelişmekte olan ittifakın bir parçası haline gelmesi büyük önem taşıyor. Birliğin ve mücadelenin işyerlerinden emekçi mahallelerine kadar en geniş kitleyi sarıp içine alması gerekiyor.

Krize karşı bu işçi-emekçi programının hayata geçirilmesi son kertede bir işçi-emekçi hükümetinin kurulmasına bağlıdır. Oluşmakta olan mücadele birliğini bu yolda bir adım olarak güçlendirmek için mücadele ediyoruz ve bu yolda uğraş verecek tüm işçileri ve emekçileri İşçi Demokrasisi Partisi bayrağı altında toplanmaya davet ediyoruz.

9. Kürt halkının demokratik hakları tanınmalıdır

Rejim, içinde bulunduğu çoklu krizi ötelemek, giderek yitirmekte olduğu halk desteğini kazanabilmek ve toplumsal rızayı tesis edebilmek amacıyla baskıcı ve güvenlikçi politikalarını artırmakta, kendi ayakta kalma stratejisini yayılmacı ve Kürt düşmanı politikalar üzerinden kurmaktadır. Bu doğrultuda konjonktürel olarak yabancı düşmanlığını ve milliyetçiliği kışkırtmak üzerinden bir söylem üretirken, dışarıda yayılmacı, saldırgan ve maceracı politikalar izlemektedir.

AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde aldığı yenilgide oldukça etkili bir aktör olan HDP’nin kapatılmasına yönelik dava, Demirtaş başta olmak üzere Kürt hareketinden yüzlerce siyasetçinin tutuklanarak cezalandırılması ve süregiden binlerce soruşturma ve düzmece dava ile pek çok vekilin siyasetten menedilmeye devam edilmesi, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, HDP binalarına dönük saldırılar, kayyum politikası iktidarın planlı bir kriminalizasyon siyaseti uyguladığını gösteriyor. Böylelikle Kürt halkının kendi kaderini özgürce tayin edebilmesine yönelik her türlü adımın engellenmesi amaçlanıyor. Bu uygulamalara derhal son verilmeli. Siyasi tutsaklar serbest bırakılmalıdır.

Oysa ülkede demokratik hak ve özgürlüklerin tesis edilebilmesi, ancak Kürt halkının demokratik ve ulusal haklarının kabulünden geçmektedir. Bu doğrultuda Kürt işçilerin ve emekçilerin ülkedeki işçi sınıfıyla birlikte Kürt halkının demokratik seferberliğine öncülük etmeleri zorunludur.

10. Kadın ve lgbti+ mücadelesi

Tek Adam rejiminin karakterini belirleyen önemli bir unsur da kadın ve lgbti+ düşmanlığı. Patriyarkal kapitalist sistemin ona sunduğu her olanağı kullanan rejim, bir yandan da dini ve aileyi araçsallaştırarak uyguladığı muhafazakârlaştırma politikalarıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor. Kadın ve lgbti+ hareketlerinin kazanımlarını veya doğrudan kendilerini hedef alıyor; onları kriminalize ve marjinalize etmeye çalışıyor.

Öte yandan, cinsiyetçi işbölümü kadınların ve lgbti+ların mevcut ekonomik ve sosyal yıkımdan daha ağır etkilenmelerine sebep oluyor. Kadın yoksulluğu artıyor. Kadınlar ağırlıklı olarak kayıt dışı ve esnek çalışma koşullarına itiliyor ya da işten ilk çıkarılanlar oluyor. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı şiddet ve ayrımcılığa maruz kalan lgbti+lar çalışma hayatının dışına itiliyor. Güvenceli iş, insan onuruna yaraşır ücret ve eşdeğer işe eşit ücret sağlanmalıdır. Ev ve bakım işleri toplumsallaştırılmalı, cinsiyetçi işbölümünü ortadan kaldıracak sosyal ve ekonomik politikalar için kaynak ayrılmadır. 

Diğer yandan, iktidarın erkek egemen cezasızlık politikaları ve kazanımlara dönük saldırıları kadın ve lgbti+ları erkek şiddetine karşı daha korunmasız hale getirdi. Erkek şiddetinin, kadın ve trans cinayetlerinin önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi yeniden imzalanmalı, 6284 sayılı kanun etkin şekilde uygulanmalı, şiddete ve istismara karşı koruyucu politikalar geliştirilmelidir. Lgbti+lara yönelik her türlü ayrımcılığa son verilmeli, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim anayasal güvence altına alınmalıdır.

Toplumsal olarak eşit ve özgür bir dünya “kapitalist demokratik restorasyon”la değil patriyarkal kapitalist sistemin ilgasını hedefine alan bir program ve mücadele anlayışıyla mümkündür. Tek Adam rejimine ve patriyarkal kapitalist sisteme karşı acil taleplerimiz etrafında kadınların, lgbti+ların, işçilerin ve tüm ezilenlerin birleşik mücadelesini örelim!

11. Laiklik ve inanç özgürlüğü

AKP hükümetleri döneminde Alevilere, diğer dinsel azınlıklara ve inançsızlara dönük olarak süregelen baskıcı ve ayrımcı politikalar derinleşerek devam etti. AKP iktidarı, dini ve kültürel unsurları araçsallaştırılarak siyasi kutuplaşmanın temel eksenine dönüştürmeye çalıştı. Diyanet İşleri Başkanlığı, bütçeden aktarılan devasa kaynaklarla, AKP hükümetlerinin rıza üretme mekanizması haline getirilmek istendi. Laiklik tamamen aşındırılarak, dinin siyasal iktidar tarafından makbul görünen bir yorumu tüm topluma dayatılmaya çalışıldı.

Laikliğin ve inanç özgürlüğünün tesis edilebilmesi için her şeyden önce dini azınlıklara dönük baskıcı ve ayrımcı politikalar derhal son bulmalıdır. Laikliğin temel bir gereği olarak, ibadethaneler ve dini görevliler tüm vatandaşların vergileriyle değil, dinsel topluluklar tarafından finanse edilmelidir. Tarikatler ve dinsel cemaatler kamu kurumlarından temizlenmelidir. Eğitim sistemi, bilimsel ve kamusal temelde planlanmalı, dinin araçsallaştırıldığı bir alan olmaktan çıkarılmalıdır.

12. Ekolojik yıkıma son!

Türkiye iklim krizinin dramatik sonuçlarını dünyanın geri kalanı ile beraber yoğun bir biçimde yaşıyor. İklim krizinden kaynaklı anormal iklim olayları yetersiz altyapıyla birleşerek işçi ve emekçileri büyük bir tehdit altında bırakıyor. Bu yüzden, Türkiye’de derhal iklim acil durumu ilan edilmelidir. Tüm üretim, iklim değişikliği ile mücadele programı etrafında yeniden planlanmalı ve derhal harekete geçilmeli. Doğanın ağır tahribatına neden olan tüm mega projeler iptal edilmeli.

Öte yandan, altyapısı iyileştirilmeyen enerji iletim hatlarında tüm enerjinin %20’si kayboluyor. Özelleştirme adı altında Saray yandaşı şirketlerin yağmaladığı enerji sektörü tazminatsız biçimde yeniden kamulaştırılmalı, enerji iletim hatları yenilenmelidir. Böylelikle tasarruf edilecek enerjiye dayanarak bir planlama yapılmalı ve termik santrallerden başlamak üzere en kirletici santrallerin faaliyetine son verilmeli. İyileştirmenin mümkün olmadığı durumlarda, emekçilere iş garantisi verilerek santraller kapatılmalı. Su havzaları ve ormanlık alanların imara açılması engellenmeli.

Mersin, Sinop ve İğneada’da yalnızca yabancı şirketler ve küçük yerli ortakları için yapılmak istenen ve daha pahalı elektrik anlamına gelen mevcut nükleer santral projelerine hayır!

Başta su kaynakları ve su havzaları olmak üzere tüm doğal kaynaklar üzerindeki özel mülkiyet sonlandırılmalı. Altın, gümüş gibi ölüm ve zehir saçan maden işletmeleri kapatılmalıdır. 

13. Gençlik

İşçi ve öğrenci gençlik, baskıcı uygulamalarla, yoksullukla, geleceksizlik ve güvencesizlik tehdidiyle yüzleşmeyi sürdürüyor. 

İşçi gençlik, ucuz işgücü piyasasının bir parçası olmak ya da işsiz kalmak seçenekleriyle yüz yüze. Emekçi gençlik için eşdeğer işe eşit ücret uygulanmalı, ucuz ve genç emek gücü sömürüsüne son verilmeli. Esnek ve güvencesiz çalışmaya hayır!

Üniversiteler doğrudan Saray’dan atanan kayyumlar ile yönetiliyor. Saray’ın antidemokratik kayyum atamalarına karşı, üniversite bileşenlerinin demokratik haklarını savunalım. Kayyumlara hayır! Üniversitelerde söz, yetki, karar öğrenciye, akademisyene ve emekçilere ait olmalıdır. 

Öğrenci mücadelesinin ve öğrencilerin kriminalize edilmesine son verilmeli. Protesto etme, toplantı ve yürüyüş̧ hakkını savunalım. Polis, sivil polis, jandarma, özel güvenlik güçleri ve özel güvenlik firmalarının elemanları kampüslerden ve okullardan çıkarılmalıdır.

Bugün rejimin başlıca mali kaynaklarından birisi, krediler aracılığıyla eğitim hayatları boyunca borçlandırılan öğrencilerin, bu borçları üzerinden soyup soğana çevrilmesi. Var olan bütün öğrenci borçları silinmeli, öğrenci kredileri bursa çevrilmelidir.

Üniversitelerdeki yurt sorunu ve üniversitelerin civar mahallelerindeki yüksek kira sorunu bir barınma krizine işaret etmektedir. Öğrencilerin niteliksiz barınmaya ve rejime yakın tarikat yurtlarına mahkûm edilmesine hayır! Kamu yurtları artırılıp nitelikli hale getirilmelidir. Barınma bir sosyal hak olarak tanınmalı ve parasız olmalıdır.

Özel okullar ve vakıf üniversiteleri tazminatsız kamulaştırılmalı, eğitim bir kamu hizmeti olmalıdır. 

14. Göçmen düşmanlığına, ırkçılığa hayır!

Tek Adam rejimi göçmenleri içeride ücretleri düşürmek ve sınıfı farklı kimlikler üzerinden bölmek, dışarıda ise pazarlıkta elini güçlendiren bir koz olarak kullanmaya çalışıyor. Düzen muhalefeti ise ekonomik kriz nedeniyle biriken öfkeyi göçmen düşmanlığına yönlendiren söylemlerle karşıdevrimci bir politika izliyor. Göçmenlerin maruz kaldığı aşırı emek sömürüsü görünmez kılınırken, göçmenlere dönük saldırılar, pogromlar, keyfi kısıtlamalar meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Biz emekçiler biliriz ki, hiç kimse nedensiz yere göçmez. İçinde bulunduğumuz ekonomik krizin, sefaletin kaynağı ülkelerindeki savaşlardan, diktatörlük rejimlerinden kaçmak zorunda kalan mülteciler değil, kapitalizm ve onun uygulayıcısı olan hükümetlerdir. Göçmen emekçiler sınıf kardeşimizdir ve işçi sınıfının en fazla ezilen kesimlerinden birisini oluşturmaktadır. Dolayısıyla göçmen emekçiler sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelemizin asli bileşenlerinden birisidir. Bu temelde, öncelikle Türkiye’yi AB’nin sınır bekçisi yapan geri kabul anlaşması derhal sonlandırılmalı ve tüm sığınmacılara mültecisi statüsü tanınmalıdır. Göçmenlere dönük baskı ve ayrımcılık son bulmalı, emek örgütleri göçmen emekçileri örgütlemek için harekete geçmelidir.

15. İşçi sınıfının uluslararası birliği için!

İşçi Demokrasisi Partisi enternasyonalisttir. İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in (İUB-DE) Türkiye partisidir. İşçi sınıfının uluslararası sömürüsüne dayanan emperyalist – kapitalist sisteme karşı mücadelenin ancak ve ancak uluslararası ölçekte gelişerek dünya arenasına taşınabilmesiyle nihai hedefine ulaşabileceğine inanır. Bu hedefe ulaşabilmek ise dünya devriminin partisinin inşa edilebilmesinden geçmektedir.

İDP ve İUB-DE için mevcut koşullarda bu hedefe ulaşmak, dünya ölçeğinde kapitalist kemer sıkma politikalarına, baskıcı rejimlere ve bölgesel savaşlara karşı gelişen kitle seferberliklerine işçi sınıfının burjuvaziden bağımsızlığı ilkesi doğrultusunda müdahale ederek devrimci partilerin inşasına katkı sunmak ve devrimci önderlik krizini çözüme ulaştırmaktır. Bu ise uluslararası ölçekte işçi sınıfının acil taleplerini, kapitalizmden ve mevcut rejimlerden kopuş perspektifiyle ortaya koyabilecek bir eylem programı çerçevesinde devrimcilerin birliğini zorunlu kılmaktadır.   

İlkelerimiz ve Stratejimiz

 

1.       İDP sosyalist bir partidir. Türkiye’de ve tüm dünyada var olan eşitsizliğin, sömürünün, açlığın ve sefaletin kaynağının kapitalizm olduğuna inanır ve bu nedenle de insanlığın büyük çoğunluğunun başına illet edilen bu dertlerin, ancak kapitalizmin lağvedilerek sınıfsız ve sömürüsüz bir sosyalist ekonominin ve toplumun inşasıyla aşılabileceğine inanır.

2.       İDP antiemperyalist bir partidir. 20. yüzyılın başından beri dünya emekçilerinin ve ezilen halklarının çektiği acıların, savaşların ve katliamların ve tabi tutuldukları sömürü ve yağmanın sorumlusu küresel emperyalist sistemdir. Dünya işçi sınıfının ve emekçi halklarının yarattığı zenginlikleri ekonomik, politik ve askeri tüm yöntemlerle gasp eden emperyalist ülkelerin egemenliklerini kırmak ve yok etmek, işçi sınıfının ve ezilen halkların kurtuluşu yolundaki en önemli görevlerden biridir.

3.       İDP enternasyonalist bir partidir. Sosyalist devrimin dünya partisini inşa etme mücadelesinin bir parçasıdır ve İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in Türkiye partisidir. Tüm dünya işçilerini tek bir sınıf olarak kabul eder ve ulusal sınırların aşılarak dünya emekçi halkları arasında kardeşçe bir ortak mücadele dayanışmasının gelişmesi için uğraş verir.

4.       İDP devrimci bir partidir. Kapitalizmin bugün içinde bulunduğu emperyalist aşamasında reformlarla daha “insani” kılınabileceği, düzeltilip iyileştirilebileceği fikrini kesinlikle reddeder ve ekonomide ve toplumsal yapıda köklü dönüşümleri hedefler. Kapitalizmin egemenliğini olanaklı kılan burjuva devlet yapısının dönüştürülerek işçi demokrasisinin kurulmasını amaçlar.

5.       İDP, sosyalizmin inşasının ancak bir işçi-emekçi hükümeti yönetimi altında gerçekleşebileceğine inanır. Temel hedefi, böyle bir hükümetin yönetiminde mali sermayeyi ve büyük burjuvaziyi mülksüzleştirmek, bankaları ve temel sanayi kuruluşlarını devletleştirmek, dış ticareti devlet tekeline almak ve halkın gereksinimlerini öncelik olarak alan merkezi planlı bir ekonomiye geçmektir.

6.       İDP’nin sosyalizm projesi, devletin ve rejimin işçi demokrasisi temeli üzerinde yeniden inşasını öngörür. İşçi demokrasisi, işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin komiteler, konseyler, şuralar benzeri özörgütlenmeler aracıyla ülkenin tüm politik, ekonomik ve toplumsal yönetiminde söz ve karar sahibi olmaları demektir. İDP, devlet örgütlenmesinden sendikalara kadar her düzeydeki örgütlenmelerde, söz ve karar iradesini kitlelerden koparıp kendi elinde toplayan bürokratlar kastının oluşmasına karşı amansızca mücadele eder.

7.       İDP, burjuva hükümetlerin işçi sınıfının ve emekçi halkın demokratik kazanımlarının geriletilmesine yönelik saldırılarına, İslamcı muhafazakâr dayatmalara, askeri darbe ve faşizm girişimlerine karşı mücadeleyi demokratik haklar uğruna savaşımın ayrılmaz bir parçası olarak kabul eder. Burjuva hükümetlerin ve rejimlerin asla çözemeyeceği toprak reformu ve ulusal bağımsızlık sorunlarının da, demokratik devrimi sonuna kadar sürdürebilecek yegâne güç olan bir işçi-emekçi hükümeti yönetiminde çözülebileceğine inanır.

8.       İDP bütün ulusal ve etnik azınlıkların kendi kaderlerini tayin hakkına saygı duyar ve ulusların bağlı oldukları devletlerden ayrılma hakkına sahip olduklarını savunur. Bu haklarının icrasını olanaklı kılacak olan yegâne gücün işçi-emekçi hükümetleri ve işçi demokrasisi olduğuna inanır. Bu anlamda İDP tüm ezilen ve sömürülen ulusları ve halkları, kendi bağımsız iradeleriyle oluşturacakları özgür federasyonlar halinde kapitalizme ve emperyalizme karşı birleşmeye davet eder.

9.       Türkiye ve Ortadoğu halklarını ulusal baskılardan ve emperyalist egemenlikten kurtaracak olan, işçi sınıfının ve halkların kendi özgür iradeleriyle oluşturacakları Ortadoğu Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’dur. İDP, Ortadoğu’daki tüm İslami teokratik ya da sahte demokratik rejimlere, krallıklara ve diktatörlüklere karşı işçi sınıfının ve emekçi halkların ortak mücadelesini enternasyonalizminin ayrılmaz bir parçası olarak kabul eder.

10.   İDP, tüm mücadelesinde işçi sınıfının birliğini ve kitlelerin devrimci seferberliğini hedefler. Kendisini asla işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin yerine koymaz, tam tersine onların birleşik mücadelesinde kendi devrimci programını sunarak kitlelere yardımcı olmayı hedefler. Diğer işçi ve emekçi partilerinin varlığına saygı duyar, onları işçi sınıfının birleşik cephesi altında ve işçi demokrasisi çerçevesinde burjuva hükümetlere karşı ve sosyalist bir iktidarın kurulması için ortak mücadeleye davet eder.

11.   İDP, kadınların ve lgbti+ların toplumsal olarak eşit ve mutlak olarak özgür olacağı bir dünya için mücadele eder. Böyle bir dünya ise demokratik restorasyonla değil patriyarkal kapitalist sistemin ilgasını hedefine alan, bütünlüklü ve somut taleplerde cisimleşen sosyalist program ve birleşik bir mücadele anlayışıyla mümkündür. Fakat kapitalist sömürünün bitmesi, patriyarkal tahakküm ilişkilerine karşı zafere otomatik olarak ulaşıldığı anlamına gelmez. Bu nedenle, İDP’lilerin görevi her türlü ayrımcılığa son verilene ve haklar garanti altına alınana dek, devrimin zaferinden önce ve sonra da patriyarka karşıtı mücadeleyi zorlamaktır.

12.   İDP örgütsel işleyişinde demokratik merkeziyetçilik ilkesini esas alır. Partinin politik hattını belirleyen tüm kararların bütün üyelerinin katıldığı özgür ve demokratik tartışmalarla alınması ve ardından bu kararların tek bir beden halinde uygulamaya konması İDP’nin parti olarak ayırt edici özelliğidir.