İDP seçim bildirgesi

Tek Adam rejimine son verelim!

14 Mayıs seçimlerine 20 yıllık AKP yönetiminin bıraktığı ağır bir enkaz altında giriyoruz. AKP-MHP ittifakının baskıya ve yağmaya dayanan Tek Adam rejimi, yalnızca emekçi kitleleri eşi benzeri görülmedik bir sefalete sürüklemekle kalmadı. Aynı zamanda, 6 Şubat depremlerinde on binlerce canımızı yitirdiğimiz ağır yıkımın da sorumlusu oldu.

Cumhur İttifakı’nın seçimlerde alacağı yenilgi bu nedenle büyük bir önem taşıyor. Bununla birlikte, Tek Adam rejiminin bıraktığı tahribat kısmi çözümlerin ötesinde adımları zorunlu kılıyor. Düzen muhalefeti ise biz emekçilere “ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye” çalışıyor. Baskı ve sömürüye dayanan mevcut düzeni “sürdürülebilir” hale getirmekten öte bir program sunmuyor.

Bu düzenden gerçek ve kalıcı bir kopuşu düzen partileri değil yalnızca emekçiler sağlayabilir. Bu doğrultuda ilk adım olarak Tek Adam rejiminin ucube anayasası derhal yırtılıp atılmalıdır. Bu ise yeni bir anayasanın bağımsız ve egemen bir Kurucu Meclis’te hazırlanmasıyla mümkün olabilir. Barajsız seçimler yoluyla emekçilerin, kadınların, Kürtlerin ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin dahil olacağı, emekten yana yeni bir anayasayı hazırlayacak bir Kurucu Meclis için seferber olalım!

Sefalet düzenine son verelim!

Tek Adam rejiminin ekonomi politikaları emekçileri sefalet düzenine mahkûm etti. “Faiz sebep, enflasyon netice” politikasıyla enflasyon ve hayat pahalılığı dizginlenemez bir şekilde yükselirken, bankalar ve patronlar tarihi kârlar elde etti. Emekçilerin milli gelirden aldığı pay hiç olmadığı kadar düştü, en zengin 13 kişinin serveti vatandaşların yarısının toplam gelirini aşar hale geldi.

Gelir adaletsizliği ve ülke zenginliklerinin patronlarca yağmalanması, yalnızca emekçilerin siyaset sahnesine çıkması ve talepleri için seferber olmasıyla durdurulabilir. Bu yönde ilk adım olarak, başta sendikalar olmak üzere tüm emek örgütleri işçi sınıfının acil talepleri etrafında birleşmeli ve ortak bir eylem programıyla harekete geçmelidir.

Sefalet düzeniyle mücadele için, her şeyden önce asgari ücret derhal sendikaların belirleyeceği yoksulluk sınırının üzerine çekilmeli ve her türlü kesintiden muaf tutulmalıdır. Tüm ücretler her üç ayda bir otomatik olarak gerçek enflasyon oranında yükseltilmelidir. Sağlık, eğitim gibi temel hizmetler parasız, nitelikli, kamusal ve ulaşılabilir olmalıdır. Doğalgaz, akaryakıt, elektrik, su ve ulaşım alanlarında fiyatlandırmalar ek vergilerden muaf olmalı ve yoksul halkın alım gücü sınırları içinde tutulmalıdır.

Sendika ve grev hakkı önündeki engelleri kaldıralım!

İnsanca yaşayacak bir ücret ve çalışma koşulları için hâlihazırda pek çok işyerinde işçiler mücadele yürütüyor. Bununla birlikte, işçilerin bu mücadelesini engellemek için patronlar ve hükümet tüm yöntemleri devreye sokuyor. Sendikalaşmaya öncülük eden işçiler derhal işten atılıyor, üyeler baskı yoluyla istifaya zorlanıyor, uzun hukuki süreçler sendikaların toplu sözleşme masasına oturmasına imkân vermiyor. Grevler çoğu kez Saray kararnameleriyle yasaklanıyor. Bu koşullarda emekçilerin sendikalar ve toplu iş sözleşmesi yasalarında köklü değişiklikler talep ederek seferber olmaları bir zorunluluk haline geliyor. Sendikal barajlar ve patronların yetki tespitine itiraz hakkı kaldırılmalı, grev yasakları silinmelidir. Sendikalaşma nedeniyle işten çıkarma yapan patronlara ağır yaptırımlar uygulanmalıdır.

İşten atmalar yasaklansın! Çalışma saatleri kısaltılsın!

Patronlar “kriz var” bahanesiyle işçi çıkartıyor, daha az sayıda işçiye daha çok iş yaptırarak kârlarını artırıyor. İşçiler, işsiz kalma endişesiyle sefalet ücretlerine mahkûm olma arasında tercihe zorlanıyor.

Eğer bir kriz varsa, bunun sorumlusu sermaye ve onu temsil eden hükümettir. Bu yüzden “krizin faturasını emekçiler değil sermaye ödemelidir” diyoruz. O halde tüm gücümüzle, işten çıkarmaların ve ücretsiz izinlerin yasaklanması için seferber olmalıyız.

İşsizliğin kalıcı çözümü için, ücretlerde herhangi bir kesinti olmaksızın çalışma saatleri kısaltılmalıdır. Böylece milyonlarca işsizin çalışma hayatına girmesi sağlanacaktır. Çalışma haftası ilk aşamada derhal 35 saate düşürülmeli, üç vardiya çalışan işyerlerinde 6 saat işgünü ve 4 vardiya sistemi uygulanmalıdır.

Emekçiler için kaynak var!

Patronlar ve sözcüleri, işsizliğe ve sefalete karşı mücadelede bu taleplerin yerine getirilmesinin imkânsız olduğunu söyleyeceklerdir.Oysa ülkenin kaynakları, emekçi halkın insanca yaşayacağı koşulları sağlamak için fazlasıyla yeterli. Bütün mesele bu kaynakların kimin ve ne için harcandığında düğümleniyor.

Üretimdeki ve genel olarak ekonomideki rekabetçi ve yağmacı anarşi düzenine son verilir ve ulusal kaynaklar halkın yararına kullanılırsa, bütün bu çözümler gerçekçi ve zorunludur.

Bu amaçla her şeyden önce özelleştirmeler durdurulmalı ve bugüne değin özelleştirilen işletmeler ve kamu malları tazminatsız olarak kamulaştırılmalıdır. Yap-İşlet-Devret yöntemiyle burjuvaziye milyarlarca dolarlık servet aktarımına son verilmeli, onlara tahsis edilen işletmeler yine tazminatsız olarak kamu envanterine alınmalıdır.

Ülke kaynaklarının dış borç aracılığıyla yerli ve çokuluslu bankalarca yağmalanmasına son verilmelidir. Bu borçların alınmasında da kullanılmasında da biz emekçilerin hiçbir iradesi ve söz hakkı olmadı. Şimdiyse bu borçların faturası zamlarla, ücretlerimizdeki düşüşle, işsizlikle, sosyal haklarımızdaki kısıtlamalarla bizlere ödetiliyor. Borcun sorumlusu emekçiler değil, onları çürük betona gömen patronlar ve hükümettir. Bu nedenle dış borçların ödenmesine son verilmeli, buradan sağlanacak kaynaklar emekçi halkın ihtiyaçları için kullanılmalıdır.

Kamulaştırma yoluyla ekonominin işçi ve emekçilerin katılımıyla merkezi olarak planlanması halinde patronların ve para simsarlarının yağmaladıkları kaynaklar, tam istihdama ve onurlu bir yaşama dayalı bir toplumsal düzenin kurulmasına olanak tanıyacaktır.

Kürt halkına dönük baskılara son!

Tek Adam rejimi giderek derinleştirdiği baskı politikalarıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Ulusal, dinsel, mezhepsel, kültürel alanlarda yapay kutuplaştırmalar üreterek emekçileri bölmeye çalışıyor. Ayrımcı politikalarıyla emekçilerin birliğini engellemeyi hedefliyor.

Cumhur İttifakı’nın temelini her şeyden önce Kürt düşmanı, baskıcı, yayılmacı politikalar oluşturuyor. 7 Haziran 2015 seçim yenilgisinin faturasını HDP’ye kesen AKP yönetimi, Kürt halkının demokratik iradesini engellemek için her yöntemi denedi. Kürt halkının seçilmiş binlerce temsilcisi düzmece davalarla cezaevlerine tıkıldı, HDP belediyelerine kayyumlar atandı, milletvekillikleri düşürüldü ve nihayet HDP’ye dönük kapatma davası açılarak seçimlere girmesi engellendi.

Ülkede demokratik hak ve özgürlüklerin tesis edilebilmesi, ancak Kürt halkının demokratik ve ulusal haklarının kabulünden geçmektedir. Kalıcı barışın tesisi, halkların özgürce ve kardeşçe yaşayabilmesi ancak bu yolla mümkündür.

Kadın ve lgbti+ düşmanı politikalara son!

Saflarına Yeniden Refah ve Hüda-Par’ı da katan Cumhur İttifakı’nın bir diğer asli unsuru kadın ve lgbti+ düşmanlığıdır. Toplumsal yaşamın her alanına muhafazakâr, gerici dünya görüşünü dayatan, kadın ve lgbti+ların tüm kazanımlarına saldıran iktidar, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasının ardından, şimdi de 6284 sayılı kanunu değiştirmeyi vaat ediyor. Cumhur İttifakı’nın bu gerici politikaları, sandıkta ve sokakta alacağı yenilgiyle püskürtülebilir.

Erkek şiddetinin, kadın ve trans cinayetlerinin önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi yeniden imzalanmalı, şiddete ve istismara karşı koruyucu politikalar geliştirilmelidir. Kadınlara ve lgbti+lara yönelik her türlü ayrımcılığa son verilmeli, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim anayasal güvence altına alınmalıdır. Tek Adam rejimine ve erkek egemen kapitalist sisteme karşı acil taleplerimiz etrafında kadınların, lgbti+ların, işçilerin ve tüm ezilenlerin birleşik mücadelesini örelim!

NATO’ya hayır! Yayılmacı politikalara son!

Tek Adam rejiminin içerideki baskıcı politikalarının devamı dış politikadaki yayılmacı, saldırgan ve maceracı çizgi oldu. Cumhur İttifakı, halklar arasında düşmanlığı körükleyerek kendi “bekasını” tüm toplumun bekası gibi sunmaya çalıştı.

Savaşların ve gerilimlerin kaynağı emperyalistlerin, bölgesel güçlerin ve patronların çıkar çatışmalarıdır. Bu çatışmaların tek kaybedeni bölgenin emekçi halklarıdır. Dolayısıyla, bölgemizdeki halkların refahı ve huzuru, dayanışma ve kardeşlik politikalarının büyütülmesiyle mümkün olabilir.

Bunun için çatışmaları körükleyen sınır ötesi operasyonlar son bulmalı, sınır ötesindeki askerler evlerine dönmelidir. Bir uluslararası karşıdevrim örgütü olan NATO’dan derhal çıkılmalı, ülkedeki tüm yabancı üsler kapatılmalıdır. Bunun karşılığında, Rusya ve Çin gibi emperyalist, yayılmacı güçlerle benzer saldırgan ittifaklara girilmemelidir.

Sahte “yerli ve milli” söylemleri altında, ülkeyi gerek ekonomik gerekse de askeri alanda emperyalistlere ve yayılmacı güçlere daha da bağımlı hale getiren Tek Adam rejimidir. Emperyalizmden kopuşu sağlayacak ve halklar arasında dayanışmayı ve kardeşliği tesis edecek tek güç bir işçi-emekçi hükümetidir!

Kâr ve rant değil ihtiyaç odaklı, depreme dayanıklı konut politikaları!

On binlerce canımızı yitirmemize neden olan 6 Şubat depremleri, 21 yıllık AKP yönetiminin kentin ve doğanın talanına dayanan politikalarıyla bir kez daha ağır bir şekilde yüzleşmemize neden oldu. Depremlerin ardından iktidarın krizi yönetme acizliği depremin sonuçlarının bir felakete dönüşmesine yol açtı. Depremzedelerin başta barınma olmak üzere temel yaşamsal sorunları acil çözüm beklerken, iktidar bu felaketi dahi rant politikaları için fırsata çevirmeye çalıştı.

Depremzedelerin acil yaşamsal ihtiyaçları, iktidarın rant politikaları ve “piyasa kuralları” çerçevesinde çözüm bulamaz. Derhal bir acil durum ilan edilerek, ülkenin kaynakları afetzedelerin ihtiyaçlarının hızla karşılanması için seferber edilmelidir. Evleri yıkılan veya ağır hasar gören depremzedelerin evleri parasız olarak yeniden yapılmalıdır. Büyük bir çoğunluğu inşaat şirketlerinin ve bankaların elinde olan milyonlarca boş konut tazminatsız kamulaştırılmalı ve ihtiyaç sahiplerinin kullanımına açılmalıdır.

Doğanın talanına, ekolojik yıkıma son!

AKP yönetimi altında emeğin sömürüsüyle birlikte doğanın talanı hiç olmadığı kadar derinleşti. Tüm doğal kaynaklar yerli patronların ve çokuluslu şirketlerin yağmasına açıldı. Doğanın tahribatı insan sağlığı ve tarımsal faaliyetler önündeki en büyük tehdide dönüştü.

Dahası, küresel iklim krizinden kaynaklı anormal iklim olayları yetersiz altyapıyla birleşerek işçi ve emekçileri büyük bir tehdit altında bırakıyor. Bu yüzden, Türkiye’de derhal iklim acil durumu ilan edilmelidir. Tüm üretim, iklim değişikliği ile mücadele programı etrafında yeniden planlanmalı ve derhal harekete geçilmelidir. Doğanın ağır tahribatına neden olan tüm mega projeler iptal edilmelidir.

Özelleştirme adı altında Saray yandaşı şirketlerin yağmaladığı enerji sektörü tazminatsız biçimde yeniden kamulaştırılmalı, enerji iletim hatları yenilenmelidir. Böylelikle tasarruf edilecek enerjiye dayanarak bir planlama yapılmalı ve termik santrallerden başlamak üzere en kirletici santrallerin faaliyetine son verilmelidir. Başta su kaynakları ve su havzaları olmak üzere tüm doğal kaynaklar üzerindeki özel mülkiyet sonlandırılmalıdır. Altın, gümüş gibi ölüm ve zehir saçan maden işletmeleri kapatılmalıdır.

Oylar Türkiye İşçi Partisi’ne! Emek ve Özgürlük adaylarına!

Yukarıda saydığımız acil talepler etrafında seferber olmak için burjuva düzen partilerinden bağımsız bir emek ittifakına ihtiyacımız var. 14 Mayıs parlamento seçimlerinde, Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında, iki burjuva düzen ittifakından ayrı bir seçeneğin yükseltiliyor olması, bu bağlamda, önemli ve olumlu bir gelişmeye işaret ediyor. Dahası, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) listelerini diğer sosyalist kesimlere açma tutumu böylesi bir emek ittifakına giden yolda değerli bir adımı temsil ediyor. Bu nedenle, İşçi Demokrasisi Partisi olarak seçimlerde TİP’e oy çağrısında bulunuyoruz. Emekçi adaylarımızla TİP listelerinde yer alıyoruz. Burjuva düzen partilerinden bağımsız bir seçenek olarak, tüm ülke çapında, Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerine desteği büyütelim!

Bugüne dek hep kapitalist düzen egemen oldu. Burjuva hükümetler kaynakları patronlara ve ayrıcalıklı kesimlere aktardı. Bugün olduğu gibi işçiler, emekçiler hep unutuldu, kırıntılarla yaşamaları beklendi. İşte bu düzene son vermek için çözüm, üretenlerin yönetmesinde!

Yorum Yapabilirsiniz